top of page

Pandemi Sonrası Dönemde 3D

  • Yazarın fotoğrafı: Kent Siyaset
    Kent Siyaset
  • 6 Şub 2021
  • 6 dakikada okunur

Pandemi Sonrası Dönemde 3D: Devlet, Diplomasi ve Dijitalleşme


Pandemi güncelliğini koruyor. Sürekli bir sorun olmanın ötesinde kaygıların günden daha da ileriye gitmesi ve tartışılması normaldir. şimdi ve sonrası üzerine tartışmaların yanısıra öngörürsel yaklaşımlar ve bilimsel fikirlerde konuşuluyor. Başlı başına özgün bir yorumu sizler için alıntıladık.


Gökhan Yücel‘in yorumu ve fikir dünyasıyla 3D

“Daron Acemoğlu’nun son kitabı The Narrow Corridor’un (Dar Koridor) ilk sayfalarında, Robert Kaplan’ın 1994’ün Şubat ayında The Atlantic’te kaleme aldığı makaleye atıfta bulunduğunu gördüğümde şöyle yirmi sene geriye gittim. Kaplan’ın The Coming Anarchy (Yaklaşan Anarşi) başlıklı makalesini 1999’da öğrenciyken okumuş, bir yıl sonra 2000 yılında aynı başlıkla çıkardığı kitabı yine büyük bir ilgiyle bir çırpıda bitirivermiştim. Nedense aynı zamanlarda okuduğum Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” ile Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” gibi soğuk savaş sonrası dünyaya ayar vermeye yoğunlaşan emsalleri arasında daha fazla ilgimi çekmişti. Bunun sebebi, diğerlerine nazaran sunduğu görece daha esaslı tabandan tavana analiz olabilir muhtemelen. Her üçünün de bagajlarında epey yüklü birer dünya düzeni ajandası bulunmakla birlikte Kaplan, bunu kurgularken, Fukuyama’nın yaptığı gibi ABD’nin liberal demokrasinin savunuculuğunu üstlendiği dünya düzeninin iki kutuplu ideolojiler savaşından tek galip olarak çıktığını ve böylelikle Hegelci manada tarihin sonunun geldiğini öngörmüyordu. Huntington gibi çatışmaların artık ideolojiler ve devletler arasında değil, kültürler arasında süreceğini de tekrar tekrar söylemiyordu.

Kaplan, mikrokozmoslarla yani küçük dünyalarla ilgiliydi. Örneğin Afrika’ya bakıyordu. Oradan çıkardığı sonuçları dünyaya mal etmekle meşguldü. Büyük coğrafyalar üzerinden küçük operasyonlar kotaranlardansa küçük coğrafyaların üzerinden büyük operasyonlar yapmaya çalışan bir ekibin beyni gibi çalışıyordu. Bunu sonraları Stratfor’un başjeopolitik analisti olarak görev yaptığını duyunca daha iyi anladım. Kaplan’ın iddiası dünyanın modern devletler sisteminin başlangıcı olarak kabul edilen Westphalia Anlaşması’nın öncesindeki gibi daha düşük yoğunluklu çatışmaların pençesine düşeceği yönündeydi. Bu çatışmaların kıtlık, suç, aşırı nüfus, kabilecilik ve hastalık gibi değişkenlerle şekillenmesini bekliyordu. Bir bakıma Balkanizasyon gibi daha yerleşik bir uluslararası ilişkiler kavramının yanına dünyanın Afrikanizasyon dönemine girdiği önerisini sunuyordu.”


“..... İnsan dikkatini ve beyinsel fonksiyonlarını, yüz verisini, biyometrik zenginliğini, sesini ticarileştiren veri ekonomisi dijital kapitalizmi büyütmeye yetmişti. Teknoloji, dijitalleşme, hatta Kurzweil’in yapay zekâ-insan bütünleşmesini ima ettiği tekilleşme kavramları konfor, kaygı ve korku üçgeninde yeni soruları da gündeme taşıdı. Devletlerin son yirmi yıldır büyük bir rekabete giriştiği dijitalleşme yarışında elbette girişimcilik ve teknoloji ekosisteminin payı yadsınamaz. Kamu-özel-üniversite iş birliği, başta ABD olmak üzere en yakın rakibi Çin için de vazgeçilmez bir stratejik yol haritası hâlini aldı. Tabi bu tabloyu iyi anlamak adına teknolojik gelişmenin mihenk taşlarıyla ilgili kısa bir özete ihtiyacımız var.


Dijital dönüşüm hızla yaklaşıyor

Unutmayalım, dünyanın en büyük on şirketinin neredeyse tamamı biyo-algoritmik ürünler ve hizmetler satar hâle gelmiştir. Hızlı dijital dönüşüme dayalı kapitalizm ile birlikte hacimler de artışa geçti. IBM’e göre internette bulunan verilerin %90’ı 2016 yılından sonra üretildi. Yine 2020 yılında tahmini 44-50 zetabayt veri üretilecek. 2010’da sadece 2 zetabayt üretilmişti. On yılda yirmi beş katlık artıştan söz ediyoruz. Aradaki fark muazzam. Elli yıl önce bir tümleşik devre üzerinde yine sadece birkaç bin transistör bulunurken bugün bu sayı 50 milyar limitlerini zorlamaktadır. 1960’lı yıllardan itibaren, “Her on sekiz ayda, bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen sayısı iki katına çıkarken üretim maliyetleri aynı kalır, hatta düşme eğilimi gösterir.” savını ileri süren Moore Yasası, 2019 yılına gelindiğinde Stanford Üniversitesinin Yapay Zekâ Endeksi Raporu’nda geçersiz olarak addedilmektedir. Rapora göre bilgisayarların bilişimsel gücü 2012 öncesinde her bir buçuk, iki yılda ikiye katlanırken 2012 sonrasında ikiye katlanma periyodu 3,4 aya kadar düşmüştür. Keza bu değişimin birçok diğer izdüşümü bulunmaktadır. Örneğin, 1960’tan 1990’lara dek sık kullanılan Fortran, COBOL, ALGOL, Pascal gibi yazılım dilleri 2000’li yıllardan sonra yerlerini Python, JavaScript, C#, PHP, C++ gibi yeni dillere bırakmıştır. Teknolojide eski ve yeni arasındaki kovalamaca bitmeyen bir enerjiyle sürmektedir.

Dijital dönüşümde bugünkü ilerleme hızı eksponansiyel olarak ifade ediliyor. Ortalama internet hızımızın 10-30 Mbps olduğu şimdilerde, dünyanın çeşitli yerlerinde 700-800 Mbps hızını zorlayan 5G testleri yapılmaktadır. İnsansız hava araçları, robotik, otonom ve elektrikli araba sektöründeki gelişmeler baş döndürücü seviyeye ulaşmıştır.“


“Dijital Kapitalizmin aktörleri

Teknoloji aynı eksponansiyel hızda finans ve pazarlamayla da bütünleşiyor. Dünyada 2.958 kripto para birimi tedavülde. Toplam piyasa değerleri 200 milyar dolara dayanmış durumda. Küresel ölçekte ilk defa 2019 yılında 385 milyar dolar seviyesine ulaşan toplam reklam bütçeleri içinde dijital reklam harcamaları %54’lük paya sahip olarak geleneksel reklam medya planlamasını geride bırakmayı başardı. Bu payın içinde binlerce “martech” şirketi örneğin, sadece profesyonellerin tanıyabileceği programatik reklamcılık alanında faaliyet gösteriyor. Programatik reklamcılık bugün küresel dijital video oynatma reklam harcamalarının neredeyse %70’ini oluşturmaktadır. Tek başına Netflix, tüm internet trafiğinin %13’üne tekabül ediyor.

Gelir modelinin neredeyse tamamı ücretli/ücretsiz kullandırdıkları dijital hizmetler ile kullanıcıların verilerini toplayarak hedefleme yoluyla reklam vermek isteyenlere (kimi zaman rızaları ve mahremiyetlerini hiçe sayarak) sunulmasıyla ayakta kalan dijital katipalizmin başaktörleri aslında Moore Yasası’ndan, Ma, Musk ve Zuckerberg yasalarına doğru geçişin öncü isimleri olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu çelişkide son zamanlarda artan “öz-takip” (self tracking) ve “nicel birey” (quantified self) çalışmalarına dikkat çekmek isterim. Bu süreçler bize en azından Cambridge Analytica, Palantir, Geofeedia, Sensetime, Affectiva, Neurolink gibi değişik alanlarda faaliyet yürüten şirket örneklerinde göstermektedir ki bireyler ve bu bireylerin algoritmik ilişkilerini oluşturan çevrim içi/çevrim dışı toplumlar gitgide bir bilişimsel kuşatma altında kalmaktadır. Affectiva insan duygusunu metalaştırırken, Sensetime biyometrik izlemeler yaparak Çin’de her insana vatandaşlık skoru bahşetmekte, Elon Musk’ın göz bebeği Neurolink ise insan beynini bilgisayarlara bağlayarak bir mecra, CPU, GPU, bulut, hafıza, bellek olarak kullanabilmenin peşindedir.

Yeni dijital diplomasi: “Keskin Güç”

Tüm bu tablo karşısında, kimi zamanlar dünyada gerçekleşen bazı olayların kitapta yerini bulmak zorlaşıyor. Mevcut kuram ve yaklaşımlar yetersiz kalıyor. İşte o tür zamanların birinden daha geçiyoruz. Aslında elimizdeki entelektüel birikim, diğer birçok konuda olduğu gibi pandemi dönemine de hazırlıksız yakalandı diyebiliriz. En başta değindiğim Kaplan’ın çalışmasını hâlâ bu denli iyi hatırlamamın sebebi ise “Yaklaşan Anarşi” gibi başlığı itibariyle de bugünleri iyi tanımlamasının yanı sıra, dünyada ses getirmiş bir “başyapıtın” alt başlığında hastalıkların gezegenin dokusunu hızlı şekilde nasıl mahvedeceğini ve teknolojinin nasıl sadece küresel sistemi değil, devletleri, toplumları nasıl dönüştürebileceğini öngörmesidir. Keza son günlerde özellikle Çin ve ABD arasında kızışan tekno-milliyetçi münakaşalara bakılırsa özellikle Kovid-19 pandemisinin dönüştürücü güç olarak tabir edilen meta-gücünün şiddeti ile sınanacak yeni bir döneme girilmektedir. ABD’li akademisyenlerin Çin ve Rusya’nın dezenformasyona dayalı “dijital diplomasi” faaliyetlerini incelerken tanımladıkları “keskin güç” kavramı bu bakımdan yeni güç tipolojisinin de önemli ayaklarından birini oluşturmaktadır.

Bugün artık en yeni stratejilerin bile yeni bir stratejiye ihtiyacı bulunmaktadır. İnsanların beyni, duyguları, dikkati, yüz, ses, sağlık verileri özellikle yapay zekâ merkezli her türlü takip ve öngörü sistemine temel teşkil etmektedir. Kovid-19 sırasında sıkça şahit olduğumuz hastalığı takip eden mobil uygulamalar işin sadece bir parçası. Elimizden düşmeyen sosyal medya mecraları, anlık mesajlaşma uygulamaları, e-ticaret siteleri, video platformları yavaş yavaş girdiğimiz post-dijital dönemde ortaya çıkması beklenen yeni bir tür kullanıcı tecrübesine de ön ayak olacaktır. İşte insanlık tarihinde önümüzdeki dönemde devletlerin vatandaşlarıyla ve birbirleriyle ilişkilerini düzenleyecek yeni bir faza giriyoruz.

Bu yeni döneme dair Yuval Noah Harari’nin de aralarında olduğu bazı isimler, verinin tahakkümünden mülhem “dataizm” olarak ifade edilen bir dünya görüşünün diğer tüm ideolojiler ve inançlar üzerinde mutlak bir kontrol sağlayabileceğini tartışıyor. Nitekim Nick Bostrom’un “Süperzekâ” okumaları ışığında sadece arabaların değil belki de bugün insan topluluklarının kullandığı tüm sistemlerin otonomlaşma sürecinde insanoğlu hiç olmadığı kadar ütopyalar ve distopyalar arasında sıkışmış hâlde. Artık önüne geçilmez bir dijital sel olarak karşımıza çıkan ve önüne geçen her şeyi kendi düzeni içinde silip süpüren lineer/sayısal/hiyerarşik/istatistiksel perspektifin sonuçlarını yaşıyoruz. Foucault’nun biyo-politik diye adlandırdığı söylemin yerine biyolojik, dijital, siber ve fiziksel olanın beraberliğini adeta dayatan teknolojik tekilliğin gerçek zamanlı/otonom “biyo-algoritmik” düzen yerleşikleşiyor. Nick Couldry’nin “dijital kolonyalizm” olarak ifade ettiği, insan hayatının bir tür gaspı için ortaya çıkan bu düzen, kâr etmek adına sürekli biçimde insan hayatını nicelleştiriyor ve ondan kendi veri temelli iş modeli üzerine kurulu düzeninin devamı için veri üretiyor. Bu biyo-algoritmik düzen, Heidegger’in “Gestell” kavramıyla çerçeve içine aldığı teknolojinin tahakküm altında tutucu bir kuşatıcılığa erdiğini gözler önüne sermektedir.

Eğer iddia edilen dijital kolonyalizm, gestell ve biyo-algoritmik düzen her şeyi kuşatma altına almış, insanın her davranışını, duygusunu ve düşüncesini log’lamaya başlamış, bunu da metalaştırıp, inanılmaz nicel işleyen bir kapitalizm türü hâline getirmişse biz artık Ges(t)ellschaft, Gestellpolitik şeklinde kavramsallaştırabileceğimiz bu yeni düzenin kendi içinde tutarlı ve anlamlı teorik çerçevelerini çizebiliriz. Bu çerçevede devlet, diplomasi, toplum gibi yerleşik analiz birimlerine yeni pencerelerden bakmaya başlayabiliriz. Araçlarda zengin olmanın amaçlarda da zengin olmak anlamına gelmediğini hatırlamalıyız. Sadece teknolojik gelişmeyi merkeze alan, araçlar üzerinden bir bakıma insanlık onuru namına eleştirilmek istenen konulara değinirken kaçınılmaz olarak o düzeni kutsayan ve meşrulaştıran bir bakış açısından kaçınılmalıdır.

Aynen sosyolojinin temel kavramları arasında yer alan Gemeinschaft veya Gesellschaft gibi Gestellschaft da bu yeni düzeni çalışmak için faydalı bir sosyal teori çerçevesi çizebilir. Nitekim amacımız bilişimsel/algoritmik bir kuşatmayı anlatmak çabasıdır. Gestellschaft’ın konuşulabildiği yerde Gestellpolitik de konuşulmalıdır. Biyolojik, dijital, siber ve fiziksel olanın beraberliğini adeta dayatan teknolojik tekilliğin gerçek zamanlı/otonom “biyo-algoritmik” düzeni bütün saldırganlığıyla her anımıza sirayet etmeye devam ederken Gestellschaft ve biyo-algoritmik düzen kavramsallaştırmalarını birey-toplum ve devlet ilişkilerini okumak açısından önemli buluyorum.”

Comments


bottom of page