Su seviyesi göçü tetikler
- Kent Siyaset
- 15 Ağu 2021
- 4 dakikada okunur
Aşırı Hızlı Yükselen Deniz Seviyeleri Nedeniyle Kıyı Şehirlerden İç Şehirlere Kitlesel Göçler Tetiklenebilir!
Amerika’nın Güney kıyılarını darma duman eden Katrina Kasırgası, Amerika tarihi boyunca bilinen en ölümcül 5 kasırgadan biridir. 2005 yılında vuku bulan bu kasırga, ayrıca 108 milyar dolara ulaşan ev, iş yeri ve şehir altyapısı zararına yol açmakla kalmayıp, özellikle New Orleans ve Louisiana'nın diğer alçak bölgelerinde binlerce insanı evsiz halde bırakarak, en yüksek maddi zarara neden olan kasırgalardan biri olmuştur.
Bu istisnai bir senaryo gibi görünse de iç kesimlere yeniden göçe yol açabilecek göz ardı edilen bir çevre sorunu var: yükselen deniz seviyeleri.
Georgia Üniversitesi'nin 2017 yılında, Nature Climate Change dergisinde yayınladığı bir çalışmaya göre, su seviyesinin yükselmesi nedeniyle 13.1 milyon insan yer değiştirme k zorunda kalacak, Atlanta ve Orlando gibi yerleşimlerde nüfus patlaması yaşanacak, sadece Orlando özelinde 250.000 yeni kalıcı yerliye neden olacaktır. [1] Houston gibi kıyı kesimlerinden göç edecek insanlardan dolayı göç men nüfusunun en fazla görüleceği yerler Teksas'ın iç kesimleri olacaktır. Araştırmacılar, Austin-Round Rock bölgesinde nüfusun 820.000 civarında artacağını tahmin etmektedir (2021 itibariyle bu bölgenin nüfusu 2.3 milyon civarındadır).
Deniz seviyesini uydu vasıtasıyla gözlemleyen NASA ’ya göre deniz seviyesi, 1993 yılından bu yana 9.5 santimetre yükselmiş durumdadır. 2013 yılında TMMOB Coğrafi Bilgi Sistemleri Kongresi 'nde yayınlanan Kıyı Etkilenebilirlik Göstergesi ile Türkiye Kıyıları Risk Alanlarının Tespiti başlıklı bir çalışmada, su seviyelerinin yükselmesi şöyle anlatılmaktadır.
Jeolojik bulgulara göre buzul çağında yani yaklaşık 18000 yıl önce küresel ortalama deniz seviyesinin bugünkü seviyesinden 120 m daha aşağıda olduğu tahmin edilmektedir (Overpeck vd. 2006). 1850’li yıllardan itibaren başlayan kıyısal gözlemlere dayanarak geçen yüzyılda ortalama seviyenin 1.5 - 2.4 mm/yıl hızla yükseldiği belirtilmektedir (Douglas, 1991, Church vd., 2001).
Hükümetler Arası İklim Değişimi Paneli (IPCC)’nin yayımlanan son değerlendirme raporunda da bu hususa dikkat çekilmektedir. Rapora göre; 20’nci yüzyıldaki küresel deniz seviyesinin yılda ortalama 1.7 ± 0.5 mm hızla yükseldiği, özellikle 1990’lardan sonra yükselmenin daha da hızlandığı (3.1 ± 0.7 mm/yıl) belirtilmektedir (IPCC, 2007). Yapılan tahminlere göre de bu yüzyılın sonlarında, 1990’lardaki durumundan yaklaşık 50 cm daha yüksek olacağı değerlendirilmektedir. Ayrıca yine aynı raporda kutup buzullarının tümünün erimesi halinde yükselmenin 7 m’ye kadar ulaşabileceği ifade edilmektedir (IPCC, 2007).
Ülkemizde deniz seviyesi, Harita Genel Komutanlığı (HGK) tarafından işletilen ulusal deniz seviyesi izleme istasyonları ve uydu altimetre verileri ile izlenmektedir. Bu istasyonların verilerine dayanarak yapılan hesaplamalarda çevre denizlerimizdeki yükselişin küresel ortalamadan yaklaşık 3-4 kat daha fazla olduğu yılda 4 mm ile 6 mm arasında yükseliş hızlarının olduğu belirtilmektedir (Yıldız vd., 2003, Simav vd., 2008).
Dahası ABD nüfusunun %40 gibi büyük bir kısmı, yükselen deniz seviyelerinin sellere yol açtığı, kıyı erozyonlarının ve benzer tehlikelerin gözlemlendiği kıyı kesimlerinde yaşamaktadır. Genel olarak, ABD kıyı kesimlerinde sel, son 50 yılda yüzde 300 ila 900 artmıştır. Küresel ölçekte pek çok mega şehir de (örneğin Türkiye'de İstanbul, Japonya’da Osaka, Çin’de Guangzhou ve Hindistan’da Mumbai), kıyısal konumlarından ötürü risk altındadır. Aynı raporda şöyle deniyor.
Üç tarafı denizlerle çevrili ülkemizde yaklaşık 30 milyonun üzerinde bir nüfusun kıyı şehirlerinde yaşadığı, GSMH’nin %60’ının kıyı şehirlerdeki ticaret ile oluştuğu, endüstri mallarının ihracat ve ithalatının büyük oranda deniz yoluyla yapıldığı ve kıyı limanlarının aktif olarak kullanılmakta olduğu, verimli tarım alanlarının kıyı alanlarında olduğu ve birçok turistik tesisin yine kıyı alanlarında denize yakın yerlerde bulunduğu göz önüne alınırsa; artan deniz seviyesinin özellikle düşük kotlu ve korumasız kıyı alanları üzerinde çeşitli problemlere yol açacağı açıktır.
(...) Bu bölgelerde toplamda 28 kıyı şehri bulunmakta ve bu şehirlerde 2009’da yapılan son nüfus sayımı verilerine göre toplam Türkiye nüfusunun yaklaşık %54’ü yaşamaktadır (TÜİK, 2010).
Birçok çalışma, deniz seviyesinin yükselmesini veya kıyı bölgelerinde yaşayan insanlar üzerindeki etkisini incelerken, Georgia Üniversitesi’nin araştırması, sadece insanların ayrılacakları yerler üzerindeki etkiyi değil; aynı zamanda insanların taşındığı iç şehirlere hareket edecek olan büyük nüfus göçünün yaratabileceği etkileri araştırmasıyla bir ilk niteliği taşımaktadır. Araştırmanın öncülerinden Mathew Hauer , şöyle diyor:
Genellikle deniz seviyesinin yükselmesini bir kıyı sorunu olarak düşünürüz, ancak insanlar, evleri sular altında kaldığı için taşınmak zorunda kalırsa, göç, denize kıyısı olmayan birçok topluluğu da etkileyebilir.
Hauer ayrıca çevresel değişikliklerle göç arasındaki bağlantıların karmaşık olduğunu ve kısa vadeli ve kalıcı göçleri içerebileceğini de belirtmektedir. Nüfus model lerini oluşturmak için araştırmacılar, yükselen deniz seviyesinde yaşayan risk altındaki insan sayısını tahmin ederek, 21. yüzyılın geri kalanında iç göçün muhtemel menzillerini simüle ettiler. Çalışma, müstakbel mülteci göçünün muhatabı olacak yerleşimlerin yönetim kadrosu için muazzam bir teorik destek niteliğindedir.
Çalışmanın tahminine göre, politikacıların fonları nüfus artışını karşılamak için gerekli olan kritik altyapılara yönlendirmesi gerekecektir. Ayrıca belediye liderlerinin mevcut kaynakları da bu potansiyel göç ışığında tasarruflu kullanmaları gerekmektedir. Yönettiği sürdürülebilirlik alanındaki danışmanlık firması, dünya çapında 2.000'den fazla bina projesi yürütmüş olan Tom Paladino, bir başka açıdan konuyu değerlendirerek, şöyle diyor:
Yükselen deniz seviyelerinin gayrimenkul sahipleri üzerinde doğrudan etkileri olacaktır. Şehir yönetimleri, işletmelere ve mülk yönetimi şirketlerine ek sorumluluk getiren bina yönetmeliklerini yürürlüğe sokarken, daha fazla iklim direnci oluşturuyor.
Yükselen deniz seviyeleri şehir planlamasında uzun vadeli büyüme stratejisi ve işletmeler ve bina sahipleri için daha külfetli sorumluluklar içeren değişikliklere yol açacaktır. Hauer şöyle diyor:
Las Vegas, Atlanta ve Riverside, California gibi denize kıyısı olmayan bazı yerler halihazırda su yönetimi veya büyüme yönetimi zorluklarıyla mücadele ediyor. Uyum stratejilerini stratejik uzun vadeli planlamaya dahil etmek, bu zorlukların gelecekteki potansiyel yoğunlaşmasını hafifletmeye yardımcı olabilir.
Karasal şehirler nüfus artışının yarattığı baskı sonucunda atık su sistemleri, sokak bakımı, konut yapılanmaları ve şehir hizmetlerine artan ihtiyaçlarla boğuşurken, kıyısal şehirler de yeniden şekillenmektedir. Araştırmacılar, ABD'deki birçok kıyı kentinin 2100 yılına kadar en azından kısmen sular altında kalacağını tahmin ediyor. Bunun da Paladino'nun sözünü ettiği "iklim direnci stratejilerine" yol açacağı söylenebilir. Türkiye içinse TMMOB Kongresi'nde yayınlanan raporda şöyle deniyor: [2]
Kıyı bölgelerinin durumunun kapsamlı ve güvenilir bir şekilde değerlendirilmesi ülkemiz için geç kalınmış bir konudur. Bu değerlendirmenin gerçekleştirilememesinin en büyük nedeni ulusal ölçekte veriye ulaşım zorlukları ile beraber doğru ve güncel verinin yetersiz olmasından kaynaklanmaktadır. Uydu uzaktan algılama ve coğrafi bilgi sistemleri gibi konumsal veri toplama ve işleme konularında yaşanan gelişme ve yenilikler söz konusu zorlukların üstesinden gelmek adına araştırmacıları ve karar vericileri etkin kılmalıdır.
ABD Yeşil Bina Konseyi'nde de görev yapan Paladino, şöyle anlatıyor:
Sürdürülebilirlik, insani, finansal ve ekolojik sermayenin yönetimi yoluyla devam etme kabiliyetini sağlama eylemidir. Öte yandan, dayanıklılık, sermaye tabanının başarısız olmamasını ve iklim felaketleri sırasında bile net bir şekilde, olumlu performans göstermeye devam etmesini sağlamaktır. İklim direnci stratejileri, deniz kıyısındaki binaların ana kısımlara zarar vermeden su basmasına ve faaliyetlerin, elektrik kesildiğinde de devam etmesine olanak tanır. Dayanıklılık planlaması ise kitlelerin ve işletmelerin olaylardan sonra geri dönmelerini sağlar.
iklim direnci stratejileri
İklim tahminleri doğruysa ve kıyı şehirleri daha fazla sel vakası yaşarsa veya kısmen sular altında kalırsa, kurtarmaya gelenler de yüzlerce kilometre uzaktaki şehir plancıları olabilir.
Comments